Diyarbakır gibi köklü ve çok katmanlı bir şehirde, yerel medya halkın ruhuna dokunmayı bırakalı uzun zaman oldu. Oysa kentin gerçek hikâyeleri, sıradanlaşmış ajans bültenlerinin ötesinde, şehrin kendi sesinde saklı.
Diyarbakır’da yerel gazetecilik uzun süredir ciddi bir üretim krizi yaşıyor.
Şehirde yayım yapan basın organları, haber üretimi konusunda büyük ölçüde kısırlaşmış durumda. Neredeyse tüm içerikler, siyasetçilerin açıklamaları, ajanslardan gelen rutin haberler, herhangi bir Diyarbakırlı’nın herhangi bir alanda elde ettiği bireysel başarılar ve Amedspor’la ilgili gelişmelerle sınırlı. Bunun dışına çıkan, kentin çok katmanlı yaşamını yansıtan, derinlikli ve özgün haber sayısı yok denecek kadar az.
Olmasına rağmen Diyarbakır halkının bunlardan başka hiçbir gündemi, ilgi alanı, derdi yokmuş gibi bir yayıncılık anlayışı benimsenmiş durumda. Bu böyle olunca da halkın gerçekten de başka bir gündemi olmuyor. Zira toplumun gündemini şekillendiren de medyanın gündeminden başkası değil.
Bu dar ve tekrarlanan haber kalıplarıyla, kent sakinlerinin gerçekten zengin olan gündemleri, ilgi alanları ve tartışma konuları da zamanla daralıp sıradanlaşıyor. Bir kentin ruhu, toplumsal hafızası ve kültürel çeşitliliği, böyle kısır bir medya diliyle adım adım silikleşiyor.
10. Amed Tiyatro Festivali örneği
Diyarbakır gibi tarihsel, kültürel ağırlığı büyük bir kentte, yerel medyada kültür sanat haberciliğinin esamesinin okunmaması çok üzücü mesela.
Örneğin dün (25 Nisan), 10. Amed Tiyatro Festivali başladı. Ancak Diyarbakır gibi köklü bir kültürel birikime sahip bir kentte bu önemli etkinlik, birçok yerel gazetede ya haberleştirilmedi ya da yalnızca belediyenin gönderdiği basın bülteninin olduğu gibi yayımlanmasıyla geçiştirildi. Haricen yapılmış bir haber, festival ruhunu taşıyan bir izlenim yazısı, oyuncularla ya da yönetmenlerle yapılmış bir söyleşi yok. Festivalin Diyarbakır için anlamı, kentle kurduğu ilişki, tiyatronun yerel halk üzerindeki etkisi gibi konular -henüz- hiçbir şekilde ele alınmadı, derinleştirilmedi.
O sırada girilen haberlerden biri ise şu mesela:
Oysa sorulacak onlarca soru, açılacak sayısız pencere var.
Örneğin, belediye eş başkanlarından biriyle festival hakkında bir röportaj yapılabilir, belediyenin kültür sanat alanındaki planlarına ışık tutulabilirdi.
Festivalde sahne alacak yerel ya da dışarıdan gelen oyuncu ve yönetmenlerle kısa söyleşiler yapılabilir; sahneledikleri oyunların hikâyesi, Diyarbakır’da sahneye çıkmanın onlar için ne anlam ifade ettiği gibi konular konuşulabilirdi.
Üstelik bu yıl festival programında Kürtçe ve Türkçenin yanı sıra Ermenice ve Soranice oyunlar da var; bu oyunlarda yer alan sanatçılarla yapılacak bir röportaj, Diyarbakır’daki çok dilli kültürel yaşamı görünür kılmak için eşsiz bir fırsat olurdu.
Yalnızca festival için tasarlanan nefis logo dahi başlı başına bir haber konusu olabilirdi ve bunun için hâlâ geç değil. Tasarımcıyla logonun anlamı, onu tasarlarken nelerden esinlendiği, bakınca ne gördüğü konuşulabilir; bu söyleşi, sanatın, grafik tasarımın bu gibi kamusal etkinliklerdeki rolü ve önemini tartışmaya açabilirdi.
“Bu bile yapılabilirdi” demek yetersiz kalıyor; bunların her biri zaten yapılmalıydı. Çünkü kültür sanat haberciliği, kent yaşamının en önemli damarlarından biridir. Bu damar yok sayıldığında, toplumun yaratıcılığı ve kolektif ruhu da göz ardı edilmiş olur.
Üstelik ben bunları kültür sanat alanında en fazla ortalama düzeyde bilgi sahibi olan biri olarak dile getiriyorum. Kentte kültür sanata gönül veren, bu alanın içinden gelen çok daha donanımlı insanlar ile kültür sanat gazetecileri çok daha yaratıcı ve etkili öneriler sunabilir. Ancak bunun için de yerel medyanın kentle organik bağ kurmak isteyen bu insanlara kapılarını açması gerekiyor.
Yoksa sırf Diyarbakırlı olduğu için bir oyuncunun kişisel mutsuzluğunu haberleştirmenin, hem yerel habercilikte hem de Diyarbakır halkında bir karşılığı yok. Böylesine zengin bir tarihe, çok katmanlı bir sosyal yapıya sahip bir kentin yerel medyasının bu kadar kısıtlı bir perspektife hapsolması, sadece gazetecilik açısından değil, toplumsal hafıza açısından da büyük bir kayıp.
Sorun kaynakta değil, bakış açısında
Bunları söylerken, yerelde habercilik yapmanın siyasi baskılar ve maddi imkânsızlıklar gibi çok ciddi zorlukları olduğunu da elbette biliyorum. Ancak eleştirdiğim eksiklikler, kaynak yetersizliği nedeniyle yapılamayan işler değil; tam tersine, mevcut kaynaklarla da yapılabilecek, özveri ve basit bir editoryal vizyonla hayata geçirilebilecek şeyler. Üstelik ben de eleştirimin merkezine yapılamayanlardan çok, yapılanların sığlığı ve tekdüzeliğini koyuyorum.
Daha üzücü olan ise tüm bu tablonun, kentin sakinlerine nasıl bir değer biçildiğini de açıkça ortaya koyuyor olması.
Kent halkını yalnızca siyasi açıklamaların, ajans haberlerinin ve tek tip başarı öykülerinin öznesi görmek; onların çok boyutlu hayatlarını, kültürel üretimlerini ve özgün hikâyelerini yok saymak anlamına geliyor. Yerel medyanın bu özensizliği, kent insanına verilen değerin de ne yazık ki oldukça düşük olduğunu gösteriyor.
Zira yerelde, neredeyse yerel haber dahi yok. Oysa yerel habercilik, şehrin kendi dinamiklerinden, kendi gündeminden, kendi öykülerinden beslenir. Ajans haberlerini geçmekle yetinerek, İstanbul’da yapılan bir açıklamayı ya da bir sanatçının sosyal medya gönderisini haberleştirerek yerel habercilik yapılmış olunmuyor.
Dolayısıyla Diyarbakır gibi köklü bir kente, onun zengin kültürüne ve çoğulcu yapısına yaraşır bir yerel medya anlayışı artık şart. Çünkü bu şehir, basitleştirilmeyi de, görmezden gelinmeyi de hak etmiyor.