X’in, İmamoğlu protestoları sırasında izlediği sansür politikası, Türkiye’de birçok kişinin Bluesky’a göçmesine neden oldu. Ben de bu dijital göçü başından beri izleyen biri olarak konuyla ilgili şu ana dek biri Aposto’da, biri Scrolli’de, biri de Teyit.org’da yayımlanmak üzere üç yazı kaleme aldım. Şimdi okuyacağınız bu metin ise bu üç yazıyı bir araya getirerek, Türkiye’de dijital kamusal alanın nasıl yeniden şekillendiğini gözler önüne seriyor.
Son haftalarda Türkiye’de sosyal medya ekosisteminde dikkat çekici bir değişim yaşanıyor.
X (eski adıyla Twitter), özellikle politik gelişmelerin ardından, güvenilmez ve müdahaleye açık bir mecra olarak daha görünür hale geldi. Bunun sonucunda da birçok kullanıcı, alternatif bir dijital alan olarak Bluesky’a göçtü.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir şey var: Bu göç, basit bir “platform değişikliği” değil. Bu, hem bireysel bir konumlanma hem de dijital ifade alanları üzerine yürüyen kolektif bir sorgulamaya işaret ediyor.
Ben de bu göçü ve bir platform olarak Bluesky’ı, üç ayrı yazıda ele aldım.
Her yazıda duruma başka bir perspektiften yaklaştım: İlk yazım kullanıcı davranışı, veriler ve güvenlik üzerineydi; ikincisi, yapısal ve teknik tartışmalara odaklandı, üçüncüsü ise bu tercihin politik anlamına.
Aşağıda bu üç yazının neyi anlattığını daha detaylı biçimde özetliyorum.
Üçü birlikte, Türkiye’de dijital kamusal alanın nasıl yeniden şekillenmeye başladığına dair bir çerçeve çiziyor.
1. “Büyük Göç: Bluesky, X’ten daha mı güvenli?”
Konuyla ilgili ilk yazım, 7 Nisan’da Aposto’da yayımlandı.
“Büyük göç: Bluesky, X’ten daha mı güvenli?” başlıklı yazıda, yaşanan göçün doğrudan tetikleyicilerini, sayısal verilerle birlikte ortaya koydum.
Türkiye’de bu göçün dönüm noktası, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınması oldu.
Aynı gün başlayan protestolar hem sokakta hem de sosyal medyada büyük bir destek ev katılım gördü. Ancak hükümet de buna aynı hızda tepki verdi ve 21 Mart itibarıyla, aralarında gazeteciler, siyasi partiler, siyasetçiler, feminist hareket ve öğrenci kulüplerinin de olduğu yüzlerce X hesabı hakkında erişim engeli kararı verildi.
X de bu kararları sorgusuz sualsiz bir biçimde uygulayarak hesapları erişime engelledi ve bu, birçok kullanıcı için platformun “tarafsız” kalmadığı algısını pekiştirdi.
Bunun üzerine kullanıcılar X’i terk etme kararı aldı ve merkeziyet yapısı itibarıyla daha özgür olduğunu düşündükleri Bluesky’a yöneldi.
Ben de yazıda, bu göçün sayısal boyutunu verilerle gösterdim.
Zira göç başladıktan kısa bir süre sonra, Bluesky’a yalnızca 4 Nisan’da kaydolan kullanıcı sayısı 187 bin oldu ve bu, kayıtlara son bir ayda platforma en çok yeni kullanıcının katıldığı gün olarak geçti. Aynı hafta, Bluesky’a Türkiye’ye özgü “.tr” uzantılı alan adıyla kaydolanların sayısı da yüzde 100 arttı.
Ancak bu göçün arkasındaki temel motivasyonlardan biri olan “Bluesky daha güvenli” varsayımını, daha doğrusu yanılgısını sorgulamadan geçmedim.
Zira Bluesky, kullanıcıların neredeyse tamamının bsky.social adlı tek bir sunucuda barındığı, yani tasarım itibarıyla merkeziyetsiz olsa da pratikte hâlâ merkeziyetçi olan bir platform.
Bu yönüyle de platformun kolaylıkla erişime engellenebileceğini belirttiğim yazıda, göçün gerekçeleri ve göçe dair veriler ile tercih edilen yeni alanın güvenliğine dair yüzeysel de olsa teknik detaylar vermeye çalıştım.
2. “Bluesky göçü doğru çözüm mü?”
Merkeziyet kavramının ne olduğu ve Bluesky özelinde platformların merkeziyet yapısına dair teknik bilgileri detaylıca anlattığım yazı ise 12 Nisan’da Scrolli de yayımlandı.
“Merkeziyetsiz platform arayışında Bluesky göçü doğru çözüm mü?” başlıklı yazımda, yapısal bir tartışma açmaya gayret ettim.
Çünkü platformların, kendi merkeziyet veya özgürlük yapılarına dair iddialarına her zaman güvenmemek ve şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Kaldı ki başta sansür olmak üzere hükümetler, şirketler veya siber saldırganlar tarafından yöneltilen tehditlere karşı dayanıklılık da sadece niyet, vaat veya sloganla belirlenmiyor.
Bu noktada belirleyici olan şey teknik altyapı ve protokol tercihinden başka bir şey değil.
Bluesky, AT Protokolü üzerine inşa edilmiş bir platform.
Bu protokol, federatif yapıya yani merkeziyetsizliğe olanak sağlıyor. Fakat olanak sağlamak başka, bu yapıyı gerçekten uygulamak başka bir şey. Bugün itibarıyla Bluesky kullanıcıların yüzde 99’u bsky.social sunucusunda barındırılıyor. Yani sistemin merkeziyetsizleşmesi kâğıt üzerinde mümkün ancak pratikte bu henüz gerçekleşmiş değil.
Devamında, merkeziyetsizliğin ne olduğu ve nasıl hayata geçirilebildiğini Mastodon örneği üzerinden anlattım.
Çünkü Mastodon tamamen merkeziyetsiz bir yapıya sahip ve binlerce bağımsız sunucu, gerektiğinde; kullanıcıların, hesaplarını başka bir yere taşımasına ve platform kapatılsa bile dijital varlıklarını sürdürebilmesine olanak tanıyor. Bluesky’da ise bu hareketlilik henüz mümkün değil. Zira kullanıcıların kendi sunucularını kurma alışkanlığı oluşmadı ve alternatif sunucu altyapısı gelişmiş değil.
Bu yazının temel derdi şuydu: Bir platformun vaadi önemli ama yeterli değil. Önemli olan, bunu hayata geçirip geçir(e)mediği.
Gerçekten ne kadar bağımsızsın, verin ne kadar senin elinde, hükümet baskısına ne kadar dayanıklısın? Bu sorulara teknik yanıtlar veremeyen bir yapı, ne kadar “alternatif” olabilir?
3. “Dijitalde arayış: Platform seçimi nasıl politik bir duruşa dönüştü?”
Konuyla ilgili Teyit.org’da yayımlanan üçüncü ve şimdilik son yazımda ise bu dijital göçün teknik ayrıntılarından çok, toplumsal ve politik boyutuna odaklandım.
Çünkü bugün hangi platformda olduğumuz, artık sadece teknolojik bir tercih değil. Bu karar, dijital hayattaki konumumuzla, görünürlük biçimimizle ve ifade özgürlüğüne nasıl yaklaştığımızla doğrudan ilişkili. Hatta benimsediğimiz ideolojiyle ilişkilendirmek dahi yanlış olmaz -ki zaten baskıcı rejimlerde bu saydıklarım direkt olarak kendimizi yakın hissettiğimiz ideolojiyle bağlantılı.
“Dijitalde arayış: Platform seçimi nasıl politik bir duruşa dönüştü?” başlıklı yazıda, platform seçiminin bir tür dijital ifade biçimine dönüştüğünü anlatmaya çalıştım. Özellikle Türkiye gibi gözetim kapasitesi yüksek ve ifade alanları daraltılmış baskıcı rejimlerin olduğu ülkelerde, kullanıcılar artık sadece ne söyledikleriyle değil, nerede söyledikleriyle de hesaplaşmak zorunda kalıyor. Ve bu “nerede” sorusu da “algoritmalarla görünürlük sağlayan mı, yoksa alternatif bir kamusal alan kurma çabası güden bir platform mu?” sorusunu da beraberinde getiriyor.
X, içerik görünürlüğünü algoritmalarla belirleyen, kullanıcı verilerini şirket çıkarlarına göre işleyen bir yapı. Devlet kurumlarıyla işbirliğine açık, içerik denetiminde şeffaflık sağlamayan, müdahale ve sansür taleplerini hızla yerine getiren bir sistem. Bu nedenle, son dönemde X’ten uzaklaşma hareketi, sadece bireysel güvenlik kaygısıyla değil, aynı zamanda bu yapının temsil ettiği daha geniş politik ve ekonomik düzenle mesafe koyma arzusuyla da şekilleniyor.
Bluesky ise her ne kadar bugün için bu düzenin tamamen dışında konumlanmış olmasa da en azından bu yapıyı tartışmaya açan, alternatif üretme niyetini temsil eden bir alan sunuyor. Ben de yazıda tam da bu noktaya vurgu yaptım: Bluesky’a geçiş, yalnızca bir “kaçış” değil, aynı zamanda yeni bir dijital alan inşa etme arzusunu temsil ediyor. Bu tercih, kullanıcıyı sadece içerik tüketicisi değil, bir dijital yurttaş olarak konumlandırıyor. Bu yurttaşlık da kendiliğinden gelişmiyor; onu var eden şey, kolektif bilinç ve alternatif bir iletişim kültürü kurma iradesi.
Yazının sonunda şunu da açıkça ifade ettim: Bu geçişin bugünden yarına kalıcı olacağını söylemek zor. Baskın platform hâlâ X. Ama insanlar bir şeyden vazgeçerken, neyi tercih ettiklerini de düşünmeye başladılar. Bu bile başlı başına önemli. Yeni bir dijital alanın oluşması, sadece teknik değil, kültürel olarak da o alanı sahiplenmekten geçiyor. Bu yüzden geçişin kendisi kadar, onun yarattığı tartışma da kıymetli.
Bir göçün ağırlığı
Bu üç yazı, X’ten Bluesky’a geçişi farklı açılardan ele aldı: ilki göçün verilerini ve nedenlerini, ikincisi teknik altyapının ne kadar dayanıklı olduğunu, üçüncüsü ise bu tercihin politik anlamını tartıştı. Hepsini bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan şey şu: Dijital göç, artık sadece bir uygulama değişikliği değil. Bu, kimi zaman tepkisel ama çoğu zaman sezgisel bir yön değişimi. Ve evet, belki henüz tamamlanmamış bir kopuş.
Bluesky’a geçiş, ne teknik olarak kusursuz ne de kültürel olarak yerleşmiş bir örnek. Ancak yine de kullanıcıların kendi dijital alanlarını sahiplenme isteğini görünür kılıyor. Bu, ifade özgürlüğünün sınırlandığı, içeriklerin kontrol edildiği bir ortamda küçük ama anlamlı bir yön tayini.
Yeni dijital alanlar böyle başlıyor: Önce ihtimal olarak, sonra niyet olarak, en sonunda belki de yeni bir yapı olarak. Bu göçün başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek ama şimdilik bildiğimiz şey şu: İnsanlar artık sadece ne söyledikleriyle değil, onu nerede söyledikleriyle de ilgileniyor. Ve belki de dijital göçün asıl anlamı, yeni alanlara geçmekten çok, var olduğumuz alanlarda kim olduğumuzu yeniden düşünmeye başlamamızdır